28.12.09

Haftasonundan Notlar


  • Bazı şeyleri son ana bırakmasam da bir terslik oluyor ve son ana kalıyor.
  • Son ana bırakmadığım işler bile son ana kalınca umutsuzluğa kapılıyorum.
  • Eğitim vermeyi çok seviyorum.
  • Kimin öğretmen olabileceği 4 yıllık eğitimle belirlenemeyecek kadar karmaşık ve önemli bir iş bence.
  • Bir çocuğun nasıl biri olacağının bir sürü belirleyicisi vardır, ama ilk 5 içerisinde öğretmenleri kesinlikle yer alıyor...
  • Cumartesileri çalışmak, sadece bir gün tatil yapmak gerçekten zor. Ayrıca işler de yetişmiyor.
  • Anne ve baba olmak çok zor bir şey. Sürekli ilgi bekleyen bir çocuğa, onun istediği kadar ilgiyi onun istediği uzunlukta göstermek imkansız.
  • En güzeli komşunun çocuğunu sevmek... Babaanne - Anneanne - Dede olmak için önce kendi çocuğunuzun olması ve tüm sıkıntıları yaşamanız gerekiyor çünkü.
  • Yanıp sönen ışıkları seviyorum. 
  • Çam ağacı süslerken önce ışıkları takıp sonra süsleri yerleştirmek daha mantıklı olabilir, bir sonraki sefere denemeliyim.
  • Islak kek yaparken bir yardımcınızın olması süper bir şey! Hemencecik bitiveriyor.
  • Islak kekin sosunu dikkatli dökmek gerekiyor. Sos yetmezse çeşitli sorunlar yaşanabiliyor :)
  • Gerçek hayatta mafyanın varlığına ne kadar sinir olsam da Godfather'da Don Carleone'nin cevapları ve tarzı hoşuma gidiyor. 
  • Hayatımda bazı şeylerin Don Carleone'nin çözüm yollarıyla çözülsün istiyorum.
  • Bazı insanlara reddedemeyecekleri tekliflerde bulunmak istiyorum.
  • 6 gün bir yere yetişmek için uyanınca, 7. gün uzun uyumak mümkün olmuyor.
  • Kendimden yaşça büyük insanlara, hele de kendimi onlara çok yakın hissediyorsam, amca - teyze - abi - abla demeyi sevmiyorum. Adıyla hitap edince arkadaşım olmuş oluyorlar. Bu daha çok hoşuma gidiyor.
  • Mercimekli börek enfes bir şey.
  • Yavaş yürümek, yürümek, koşmak, hızlı koşmak sorun değil de; yavaş koşmak çok zor bir şey. Törenlerdeki askerler için üzülüyorum.
  • Haftasonu gidilmeyecek yerlerin başında Ankamall gelmeli. Çok kalabalık oluyor.
  • Hayatımı Eywa'nın kurallarına göre yaşamak istiyorum. Onun dengesi benim dengem olsun.
  • Bütünün bir parçası olmayı, olduğum şeyi kabul etmeyi, o halimi sevmeyi istiyorum.
  • Orduların olmadığı bir dünya gerçekten güzel olurdu.
  • Haftasonu kesinlikle daha uzun sürmeli.
  • Gördüğüm rüyaları hatırlamk istiyorum...

25.12.09

Son ana bırakmasam da aslında bir şekilde son ana bırakıyorum. Peki bunu nasıl yapıyorum?

İnanamıyorum ya!

Daha yeni toplantıdan çıktım.
Saat 22.23.
Yarın bir sunumum var.
9'da evden çıkacağım.
Eve geldiğimde yorgun olacağımı düşündüm bugün.
O yüzden yarın yapacağım sunumu hazırladım gün boyunca. Son dakikaya bırakmadım.
Bu nadiren başarabildiğim bir şey. Ama her şeyiyle bitirmiştim sunumu. Okumalarımı iki gün önceden bitirmiştim zaten.
Bugün de gerçekten animasyon düzenleri dahil, her şeyiyle tamamdı sunum.

Kendime mail attım sunumu.
Ekledim. Eminim. Çünkü ekledim mi sunumu diye kontrol ettim.
Eminim.
Şimdi kendime gönderdiğim mail gelmiş.
Ama ekte sunum yok.



Ne yapacağım?
Hastaneye mi gideceğim bu saatte?
Yarın sabahın köründe mi gideceğim hastaneye?
Bu şekilde olmasın, uykusuz kalmayayım diye tüm öğleden sonra uğraştım.


Hem de çok az oyalanarak...

Bitirdiğimde gurur duyuyordum kendimle.
İşte yapabiliyorum, son dakikaya bırakmayabiliyorum dedim.


Ama bir taraftan da bir şeylerin yolunda gitmesi gerekmez mi?
Pekiştirilmem gerekmez mi?
Of sıkıldım ben yaa...
Şimdi hastaneye gidiyorum bu saatte...

17.12.09

Bazen

Masumiyet Müzesi'ndeki "Bazan" başlıklı bölüme atfen...

Bazen kendimi çok iyi hissediyorum. Bazen çok coşkulu oluyorum. Bazen çocuk gibi sevinmek saçma geliyor. Bazen çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Bazen çok başka bir yerde, çok başka birileriyle, çok başka bir şeyler yapmak istiyorum. Bazen sürekli uyumak istiyorum. Bazen çevremdekileri ne kadar kolay üzdüğümü düşünüyorum. Bazen çevremdekilerin beni ne kadar kolay üzdüğünün farkında olup olmadığını merak ediyorum. Bazen galeta ve peynir yiyorum. Bazen bunu simit peynir yemekten daha lezzetli buluyorum. Bazen görüşmelerim oluyor. Bazen eğitim vermeyi görüşmelerden daha eğlenceli buluyorum. Bazen sabah işe koşturarak gitmiyorum. Bazen odam çok kalabalık oluyor. Bazen portakal soyuyorum ve odadaki herkese veriyorum, bana kalmıyor. Bazen akşama çilingir sofrası kurayım diyorum. Bazen öğlen yemeklerimi yalnız yiyorum. Bazen işten erken çıkmayı planlıyorum. Bazen bloğuma yazıyorum ama yayınlamıyorum. Bazen ata binmeyi çok özlüyorum. Bazen değişik birisi olduğumu düşünüyorum. Bazen şarkıların melodilerini hatırlıyorum ama sözleri aklıma gelmiyor. Bazen eve gitmek için can atıyorum. Bazen yaz tatillerini özlüyorum. Bazen deli gibi dans etmek istiyorum. Bazen eski arkadaşlarımı en son ne zaman ve nerede gördüğümü hatırlamaya çalışıyorum. Bazen yaptığım şeylerin çoğunu yarım bıraktığımı düşünüyorum. Bazen hemen akşam oluveriyor. Bazen tüm gün su içmeyi unuttuğumu fark ediyorum. Bazen kitap okuduğum için maaş alacağım bir işte çalışmak istiyorum. Bazen geleceğin gelmesinden korkuyorum. Bazen sürekli konuşmak istiyorum. Bazen çimlerin üzerinde, güneşte saatlerce yatmayı özlüyorum. Bazen de hamakta yatmayı özlüyorum. Bazen içimden her şeye "neden" demek geliyor. Bazen Türkiye'de yaşamak beni tedirgin ediyor. Bazen vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorum. Bazen insanları çok seviyorum. Bazen "aferin bana" diyorum. Bazen hala lisedeymişim gibi geliyor. Bazen spor yapmadığım için üzülüyorum. Bazen bir gün dünyaya sığmayacak mıyız acaba diye soruyorum. Bazen sadece kendimi düşünüyorum. Bazen müzik dinlemek istiyoum. Bazen çok param olsa diyorum. Bazen ilgili olacağını beklediğim bazı kişiler çok umursamaz davranabiliyor. Bazen bir hocamın çocuğunun adının Umur olduğunu hatırlıyorum.  Bazen uzun bir mavi tura gittiğimi hayal ediyorum. Bazen çok utanıyorum. Bazen evde yiyecek hiçbir şey olmuyor. Bazen kendime sürekli kalem ve toka aldığım günleri özlüyorum, artık kalemler de tokalar da o kadar güzel değil. Bazen çok mutlu günlerin beni beklediğini düşünüyorum. Bazen büyük konuşuyormuşum gibi geliyor. Bazen sadece çocuklar için gönüllü işler yapmak istiyorum. Bazen gerçekten çok sıkılıyorum. Bazen serin bir suya atlayıp yüzmek istiyorum. Bazen kendi kendimi çok güzel oyaladığımı hissediyorum. Bazen öbür gün neler olacağını çok merak ediyorum. Bazen hiçbir şeye yetemiyormuşum gibi geliyor. Bazen alışveriş yapmak istiyorum. Bazen saçlarımı kızıla boyatmak geçiyor içimden. Bazen eve gittiğimde annem ve babam evde olsun istiyorum. Bazen sigaraya başlamamış olmama şaşırıyorum. Bazen en sevdiğim renk mor mu kırmızı mı yoksa bordo mu karar veremiyorum. Bazen kar yağsın istiyorum. Bazen sevdiğim her şey hep bir arada dursun istiyorum. Bazen tüm rüyalarımı hatırlayabilmek istiyorum. Bazen istediğim her şeyle ilgili karar verebiliyorum. Bazen işte böyle oluyorum...

16.12.09

Okeye dönmek



Geçen sene herkes "Şeker Bayramı mı yoksa Ramazan Bayramı mı demeliyiz"i tartışırken ben arkadaşlarımla Foça'da tatilde fark ediş üzerine fark ediş yaşıyordum.

Evet, Foça'da 3 canım arkadaşım ve ben tatildeydik. Pis 7'li, King, Batak, Blöf ve arada da okey oynuyorduk. King'de Batak'ta oyunu güzel takip etmek gerekir. Pis 7'li ve Blöf'te de eğer kağıdı azalana, yüklenirseniz ve biraz da oyunu takip ederseniz illa ki kazanırsınız. Ama Okey daha farklı bir oyun. Öncelikle bu 5 oyundan en az sevdiğim. Sonralıkla kartlarla değil taşlarla oynanan bir oyun :P

Ama hepsinden önemlisi sıranın her size gelmesinde seçim yapmak zorunda kalmanız. "Solumdakinin attığını mı alsaaaam yoksa yerden taş mı çeksem..." Sonsuz bir kararsızlık... Ben gerçekten bir türlü karar veremem. Yerden alacağım çok işime yarasa bile bilmediğim önümdeki seçenekler, denemediklerim beni cezbeder... Yerden alacağım pek işime yaramıyor olsa bile çekeceğimin daha alakasız olacağı korkusu tedirgin eder... (Ne sıkıntılı oyunmuş, neden oynadıysam...)

Ama işte hayat da tam Okey gibi... Bize doyum vermeyen bir işte "Sanki daha iyisi mi var" diyerek çalışmak... Mutsuz bir iş hayatı, ondan etkilenen özel hayat... Ya da hoşlanılan kişiye diğer seçeneklerden vazgeçemeyip bağlanmayı vaadedememek... Ya da, ya da, ya da... Bir sürü örnek... Ne serden ne yardan vazgeçmek... Hem karnım doysun hem  pastam dursun demek...

Ama olmaması.... Büyümek...

1.12.09

iiiis - tiiiii - yoooo - ruuuum


İstifa etmek istiyorum.

Bunu yaptığımı o kadar çok hayal ediyorum ki... Ne derim mesela? İşleyişten, sorunlardan bahseder miyim? Yoksa etliye sütlüye karışmadan, "burayı çok (!) seviyordum ama daha çok kazandıran bir iş buldum" mu derim? İlk kime söylerim? Kızarlar mı? Zorluk çıkarırlar mı? Üzülürler mi? Yoksa umursamazlar mı?

Peki sonra ne olur? Yeni iş bulur muyum? Memnun, mutlu olur muyum? Param düzenli ödenir mi? Ya da para kazanır mıyım? Yoksa ben zaten her işte mutsuz olan birisiyim de henüz fark etmedim mi? Pişman olur muyum? Ya şimdiye kadar istifa etmediğime pişman olursam? Vakit kaybediyorsam?

Bir hocam evli kişilerin sevgilisi olanlarla ilgili bir benzetme yapardı. Onun kadar akıcı olmasa da dilimin döndüğünce anlatayım.

Evli birisiyle berabersen hep gizlenirsin. Eşi ya da bir tanıdık görecek diye sokakta el ele dolaşamazsın. Onunla bir gün evleneceğini, birlikte çocuk büyüteceğini hayal edemezsin. Kapalı kapılar ardında, gizli saklı yaşanır ilişki. Hayali kurulan özgürce, gizlenmeden yaşanan bir ilişkiyse eğer; memnun olunmayan, eksik kalan bir şeyler hep olacaktır. Kişi bu eksikliğin farkında olarak, huzursuzluğunu hissederek yaşar. Mutlu değildir. Ama ayrılmaz da...

Sanki yıllar önce çok beğenilerek alınmış fakat artık dar gelen bir ceket gibi. Bu ceket giyilemez, dardır çünkü. Ama atılmadığından yeni ceket alınamaz. Koyacak yer yoktur ya da " Zaten şu zaman aldığım, kumaşı şöyle güzel, rengi böyle güzel ceketim var, onun gibisini bulamam" denir. Bu şekilde yıllar çooook güzel olan ama dar gelen bir ceketin ihtiyacı karşılaması beklenerek geçer. Yenisi aranmadan, fırsatlar değerlendirilmeden...

Ayrılınmayan işler ve sevgililer gibi...